top of page

              Begdililerin uluları boz-geyikli dede ve hubyar sultan Prof. Dr. Faruk Sümer: Kanuni Sultan Süleyman I. (1520-1566) devrinin ilk yıllarında Halep Türkmenleri arasında Begdili kolunun 40 obadan oluşan ve başlarında beğ ünvanlı şahısların bulunduğu büyük bir Türkmen topluluğu olduğunu belirtmektedir. Bu kırk obadan 26. ve 27. sıradaki Begdili obalarının din ve tarikat adamlarından meydana geldiği görülüyor. Bu obalardan birincisi Hoca Ali Şeyh adını taşımakta ve dört Şeyh ailesinden müteşekkil bulunmaktadır. Defterde bu şeyhlerin : “kadimden er ocağı olup, bir senede üç kelâm Ulah hatmedip sevabın hazret-i Hüdavendigar’a (Kanuni) Eda ettikleri, duaları makbul kimseler” oldukları kaydedilmiştir. Yine şeyhlerden müteşekkil bulunan ikinci oba Boz-Geyikli adını taşıyor. Bu oba mensuplarının “kadimden vacip ur-riâye kimseler” oldukları evlerine “kurban, keserek gelir dervişler yedikleri” ve “hem mezkûr Beğ-Dili cemaatinin uluları oldukları” söyleniyor. Ahmet Ye sevi soyundan bir şeyh olan Boz Geyikli Dede’nin türbesinin Munbuç Kasabasının Kuru Dere’ye bir saat uzaklıkta olduğunu söyleyen Ali rıza Yalman, menkıbesini de şöyle anlatmaktadır:
           

            Boz-Geyikli, bir gün, Urum’a, Hacı Bektaş’a gitmiş, Bektaşi olmuş, keramet göstermiş veli olmuş. Ordayken bir gün elindeki, çövenini (asasını) güneye fırlatmış, çöven şimdi türbesinin bulunduğu yere düşmüş, çobanlar bu çöveni almak istemişler, ama kimse yerinden kaldıramamış. Mavalı Aşireti kaldırırız demişler, develere bağlamışlar, develerin hepsinin beli kırılmış, sonunda Boz Geyikli kendi gelmiş, çövenini almış, böylece aşirette ulu olmuş. Hacı Bektaş Veli, yanındaki adamlarına mertebe vermiş. Boz Geyikli buraya geldiği için her nasılsa ona mertebe vermeyi unutmuş. Boz Geyikli asasını Hacı Bektaş’a doğru fırlatmış, asa gelirken Hacı Bektaş; Nurhak Dağı’na “Tut Ya Nurhak!” demiş. Asa Nurhak Dağı’nı yarmış, sonunda Hacı Bektaş mertebe vermiş ve Boz Geyikliyi (Bişiri’yi) doğru yola getirmekle görevlendirmiş. Boz Geyikli Deli Ahmet, aslen Tokatlı olup aşiretinin Rakka’da bulunduğunu bildiği için buraya gelmiştir.” Bu söylenceyi Kara Hasan Efendi’den dinleyen Ali rıza Yalman; aynı zamanda resimler de çizdirmiştir. Bu resimler oymak damgalarıdır. Sıraç topluluklarının mezar taşlarında da benzer figürler vardır.

           

            Anılan söylencenin bir versiyonu da Tokat’ın Almus ilçesi Hubyar Köyü’nde türbesi bulunan Hubyar Sultan için anlatılmaktadır. Hubyar Sultan ve Boz Geyikli ’ininde Ahmet Yesevi soylu olduğu anlatılmakta ve esas adlarda Ahmet olup, Hacı Bektaş’ın halifelerindendirler. Yine her ikisi de Beydili boyundan ve Tokatlıdırlar. Bu söylence bize şu çağrışımı yapmaktadır: Acaba bu iki kişi gibi gözüken ulu zatlar aynı kişi midir? Hubyar Köyü’nde ve Tokat-Sivas-Yozgat Sıraç Topluluklarında anlatılan söylencelere göre Hubyar Sultan’ın 11 yıl Alanya ve Akdeniz yöresinde kalmıştır. Biz de bu söylencelerden hareketle bu zatların aynı kişi olabileceğini düşünüyoruz. Türbenin birisi makam (düşek) olabilir. Çünkü belgelerden anladığımıza göre Tokat-Sivas yöresinde iki tane Hubyar vardır. Biri 13.yüz yılda yaşamıştır, diğer 16. yüz yılda yaşamıştır. Güney’de yaşayan Begdili oymak’larının piri bunlardan bir olabilir. Çünkü Boz Geyikli ’in Tokatlı olduğu anlatılmaktadır ki bizim saptamamız da bir olasılıktır. 1656 yılında Tokat’a gelen Evliya Çelebi Seyahatnamesinde: “Hacı Bektaş-ı Veli’nin hayırlı ve bereketli dualarıyla bu eski tarihi şehir: Âlimler konağı fazıllar yurdu ve şairler yatağıdır” Bu şu demektir: Yöre Alevi-Bektaşilerin yoğun olduğu bir yerleşim alanıdır. Evliya Çelebi bölgeyi dolaşır ve Eyalet merkezi (Yeni-İl) içinde; “Sivas eyaletinin sancakları şunlardır: Amasya, Çorum, Bozok, Divriği, Canik ve Arapkir, Sivas sancağı paşa merkezidir.” Demektedir.
           

            F.Sümer, Yeni-İl’de yaşayan Beğdilli Oymak’larının III. Murat (1574-1595) devrinde kış gelince Halep bölgesine inerek kışladığın belirtmektedir. Bu obalar arasına Sincan, Yellice, Güneş gibi obalar vardır ki, halen aynı adı taşıyan Sivas’ta köyler vardır. Yellice Köyü’nde Şeyh Şazeli Sultan Ocağı; Güneş Köyü ’de Garip Musa Ocağı vardır. Yine yöredeki onlarca köyde Türkmen Baba ve Dedelerinin türbeleri vardır. Bugün Beğdilli boyu obalarının birçoğu Sünni olduğu görülse de eskiden Alevi olduğu anlaşılmaktadır. Doğanşar’ın birçok Sünni Türkmen köyü kendilerinin önceden Alevi olduklarını söylemektedirler. Gaziantep ve Mersin İçel bölgesindeki Türkmen köylerinde aynı şekilde süreç içinde baskılar sonucu Sünni ’leşimlerdir. Maraş, Gaziantep, Urfa ve Diyarbakır civarında ise bazı Begdili Türkmen aşiretleri; Osmanlı ve yerel Kürt Aşiretlerinin baskılar sonucu hem Sünni leşmişler hem de Kürtleşmişlerdir.

Farabi

Kültürel Mirasları

             Tarihi eserler bir toplumun varlığının ve kültürünün bir parçasıdır. Bir toplumun yaşadığı topraklarda geçmişini, hâkimiyetini, uygarlığını simgeler, fertlerine bağlılık ve devamlılık şuuru kazandırır. Suriye topraklarında bin yılı aşkın geçmişe sahip Türkmenler binlerce kültür, sanat ve mimarı eser bırakmışlardır.  Bu eserlerden türbeler ve mezarlar halkın hayatında önemli bir yer tutmakta, manevi değeri yüksek ve bazıları inançlarının bir parçası haline gelerek ziyaret edilen eserlerdir. Bugüne kadar ayaktan kalan bu mezarlardan Süleyman Şah türbesi, Nurettin zengi mezarı, Farabi mezarı, Bozgeyikli Dede Türbesi ve Nesimi Türbeleri örnek verilebilir.

Süleyman Şah Türbesi

             Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’in dedesi 1086 yılında Fırat Nehri’nden geçerken boğularak şehit olan Kayı boyunun lideri Süleyman Şah ve iki muhafızı, aynı mevkide bulunan Caber Kalesinde toprağa verildi. 1516 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından Osmanlı topraklarına katılan bölgede, Süleyman Şah adına türbe yaptırıldı. 1. Dünya Savaşından sonra önce İngilizlerin, ardından Fransızların eline geçen bölgede bulunan Süleyman Şah ve muhafızlarının mezarlarının bulunduğu Caber Kalesi. 20 Ekim 1921’de TBMM hükümetiyle Fransa hükümeti arasında imzalanan Ankara İtilâfnâmesi’nin dokuzuncu maddesi gereğince; Caber Kalesi ve kuzeybatı eteklerindeki Türk mezarı diye anılan türbenin bulunduğu bölge (8.797 m²) Anadolu Türkleri için manevi bir önem taşıdığından Türkiye’ye bırakıldı. 

 

             Türkiye Cumhuriyeti toprağı sayılan bu bölgede bulunan jandarma karakolu Türk bayrağını dalgalandırmaktadır. İki kez sular altında kalma tehlikesi yaşayan Caber Kalesi’ndeki türbe, Suriye’nin kendi topraklarında yaptığı Tabka Barajı’nın suları altında kalacağını bildirmesi üzerine, 1973 yılında Halep-Haseke karayolu üzerinde, Fırat Nehri’nin doğu kıyısında Halep’e bağlı Karakozak köyünde şu andaki yerine taşındı. Suriye’nin daha sonra söz konusu bölgede Tişrin Barajı’nı inşa etmesi üzerine de buranın tekrar su altında kalma tehlikesi ortaya çıkınca, türbenin Türkiye’ye taşınması istendi. Bunun üzerine 2002 yılında Suriye ile türbenin yerinde kalması ve tahkimat yapılarak sağlamlaştırılması konusunda anlaşma yapıldı. Söz konusu anlaşma gereği 2004 yılında, o dönemlerde Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Veysel Eroğlu’nun talimatıyla türbede gerekli koruma çalışmalarına başlandı. 2008 yılında onarım ve restore işleri tamamlandı. Türbe elçilik ve konsolosluklar haricinde, yurt dışındaki tek Türk toprak parçası sayılması dolayısıyla özel bir öneme sahiptir. Türbeyi, Şanlıurfa’dan dönüşümlü olarak gönderilen bir askeri birlik korumaktadır.

Nureddin Zengi 

               Farabi Abu Nasır Muhammet (al-Farabi) 870 yılında Kazakistan’ın Farab Şehrinde doğdu. Batı′da bilinen adıyla Alpharabius  Şam’da 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam’ın Altın Çağın'da yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimci, mantıkçı ve müzisyendir. Yorumları ve incelemeleri sayesinde Farabi ortaçağ İslam aydınları arasında Muallim-i Sânî ya da Hâce-i Sânî (İkinci Üstat) olarak bilinir. Hâce-i Evvel (Birinci Üstat) ise  Aristo'dur. Farabi'nin hayatı selefi olduğu El-Kindi gibi çok az bilinir. Bağdat, Halep ve Mısır'da bulunduğu, hayatının önemli bir kısmında Halep'teki Şii Hamdani hanedanı tarafından desteklendiği bilinmektedir. Etnik kimliği tartışmalıdır. Kimi kaynaklara göre Fars kimilerine göre Türk kökenlidir. Ancak Farabi, bütün eserlerini Arapça yazmıştır. Farabi Aristo'nun temel eserlerinin birçoğunu Arapça ‘ya yeniden çevirmiş, bu eserlerin daha iyi anlaşılabilmesini sağlayan şerhler yazmıştır. Bu yanıyla hem İslam dünyasında antik felsefenin anlaşılmasını sağlamış, hem de Arapçanın bir felsefe dili haline gelmesine büyük bir katkı yapmıştır. Farabi'nin bu büyük katkısının yanında İkinci Üstat kabul edilmesinin ana nedeni İbn-i Haldun'a göre onun mantık alanında yaptığı çalışmalardır. Farabi, Aristo'nun 6 ciltlik temel mantık kitabı Organon'un tüm bölümlerini içeren çeviriler ve şerhler kaleme aldı ve Organon'u iki bölüm daha ekleyerek 8 kitaba çıkardı. Mantık ifadeleri, onu ifade etmek için kullanılan dil ve bilgi ile ilişkili olduğu için Farabi'nin mantık dışında dil felsefesi ve epistemoloji üzerinde de yoğun şekilde durduğu görülür. Farabi'nin diğer bir çalışma alanı Doğa Felsefesi, Metafizik ve Psikoloji olmuştur. Doğa anlayışı dönemin Batlamyusçu dünya merkezli görüşüne uygundur.

 

              Farabi'nin geliştirdiği sudûr teorisi ise Neoplatoncu ve İsmail’i kökenlere dayanır. Bu anlayış daha sonra İbn-i Sina tarafından geliştirildi. Farabi'ye atfedilen kitapların sayısı 100 ile 160 arasındadır. Farabi, El-Kindi'nin kurucusu olduğu kabul edilen ve İslam felsefesi içinde rasyonel/Aristocu eğilimi ifade eden Meşşaîlik akımının ikinci kurucusudur. Pek çok takipçisi olduğu için bazı felsefe tarihçilerine göre bir Farabi okulundan söz edilebilir. Yahudi filozof Maymoni desteklediği felsefeciler içinde en büyük övgüyü ona yapar: "Mantık hakkındaki eserlere gelince, sadece Ebu Nase el-Farabi'nin eserlerinin çalışılması yeterlidir. Onun tüm eserleri kusursuz ve mükemmeldir. O eserler incelenmeli ve anlaşılmalıdır. Çünkü o büyük bir adamdır." Batı'da Farabi'nin eserleri İbn-i Sina ve İbn-i Rüşt'ün eserlerinden daha az tercüme edilmişse de, Farabi'nin eserleri Aristo düşüncesinin yeniden anlaşılmasında merkezi bir öneme sahip olmuş, arkadan gelen felsefi zenginliğe ilk açılımı yapmıştır. İbn-i Rüşt ve Endülüslü filozoflar Farabi'yi mantık, psikoloji ve siyaset konularında önemli bir otorite olarak görürler. 14 Aralık 950 Şam’da ölmüştür. Mezarı Şam’dadır

Bozgeyikli Dede Türbesi

Nesimi Türbesi

             Nureddin Mahmut Zengi (Şubat 1118 - Musul ) Şam Büyük Selçukluların Halep Atabeyi. Zingi hanedanının bir üyesi olan Nureddin Zengi 1118 yılında dünyaya geldi. 1146 yılında babası İmadeddin Zengi'nin ölümü üzerine devlet eski Türk geleneklerine göre varisler arasında bölündü, bu paylaşım sonunda Musul Seyfeddin Gazi'ye bırakılırken, Nureddin Mahmud'un payına da Halep ve yöresi düştü. 1150 yılında Anadolu Selçuklu sultanı 1 Rükneddin Mesud'un  kızıyla evlendi. Oğuzların Avşar boyundandır.

 

            Nureddin Mahmud Zengi, adil bir hükümdar idi. Bu sebeple O'na kendi halkı tarafından el-Emir'ul-Adil (Adil Hükümdar) lakabı uygun görülmüştür. Çocukluğunda iyi bir eğitim alan Nureddin devlet yönetiminde diplomatik bir üslup kullanmıştır. Uygulamış olduğu usta siyaset sayesinde Müslümanların birliğini sağlamış ve sonradan komutanlarından Selahaddin Eyyubi tarafından gerçekleştirilecek olan Kudüs’ün Fethi’nin zeminini hazırlamıştır.

 

            Nureddin ileri görüşlü bir liderdi, adımlarını daima geleceği düşünerek atardı. O'nun üç hayali vardı. İlki Müslümanları birleştirerek İslam birliğini kurmaktı -ki bunu hayattayken gerçekleştirmiştir. İkinci hayali yani Kudüs'ün yeniden fethini kendisinden hemen sonra Selahaddin Eyyubi gerçekleştirmiştir. Son hayali ise Konstantin ’iyenin fethi idi, bu fetih de Fatih Sultan Mehmet’e nasip olmuştur.

 

            Nureddin öğrenime çok önem vermiştir. Şam, Halep, Hama, Humus ve Baalbek şehirlerinde öğrenim kurumları kurmuştur. İlk Darul Hadis'i O kurdurmuş, kurdurduğu rasathanede güneş saati yaptırmıştır. Komutanlarına özel önem vermiş ve başta Selahaddin olmak üzere onları gerek kumandanlık ve gerekse siyaset konusunda yetiştirmiştir. Öldüğünde kendisi tarafından yaptırılan Şam'daki Nuriye Medresesi'ne defnedilmiştir Şam’da yaptırdığı büyük hastane, devrin en meşhur mütehassıs doktorlarının hizmet verdiği bir sağlık müessesesiydi. Hadis Üniversite mahiyetindeki ilk Dar-Ül Hadis’i o kurdu ve pek çok kitap vakfetti. Rasathane kurdurarak, Güneş saati yaptırdı. Dindar olup, ilim adamlarının hamisiydi. Karargâhında dahi Kur’an-ı Kerim okutup, hürmetle dinlerdi. Ülkesini adaletle idare ettiği için “Melik-ül-adil” lakabıyla tanındı. Haftada iki gün halkın huzuruna çıkarak şikâyetleri dinlerdi. Haksızlıkların önüne geçmek ve devletin menfaatlerini korumak için, hassas bir haber alma teşkilatı kurdu. Haberleşmede güvercinlerden de faydalandı. Kendisinin ve aile çevresinin ihtiyaçlarını, ihsanlarını, şahsi malından karşılardı. Ganimetten, âlimlerin helal dediklerinden başkasını almaz, altın, gümüş kullanmaz ve ipek giymezdi Nureddin Zingi 1174’te Şam’da boğaz iltihabından vefat etti.

              Alevilikte anılan ve sayılan bir ozan ve evliya ’da Nesimi dir. Nesimi hakkında çok bilgi yoktur ama onun hayatı sonradan efsaneleşmiş ve asırdan asıra ve nesilden Nesil’e bize aktarılmıştır. Nesimi hakkında bilgi veren bir kitap var o’da 1546 yılında yazılmış olan, “Latifi tezkeresi” isminde bir yapıdır. Kitap haricinde halk içinde yaygın olan rivayetler mevcut ve hala anlatılmaktadır. Bir başka Kaynak’ta Nesimi’nin şiirleridir ama maalesef biz o şiirleri okumakta zorluk çekiyoruz. Çünkü onun şiirleri değişik bir dil ve biçime sahiptir. Nesimi için bir başka Hallac-i Mansur denilebilir. Hallac-i Mansur ve Nesimi birleştiren bir nokta vardır o’da: “Enel Hak” sözcüğüdür. İkisi ’de bu kelimeyi kullandılar ve onun için öldürüldüler. Bu kelime ikisi için büyük bir önem taşıdığı için onu kullandılar ve yobaz kesimlerin gözlerinde nokta göründüler.

 

            Bu önsözlerden sonra şimdi Nesimi’nin hayatına bir göz atalım. Nesimi’nin doğum tarihi hakkında sağlam bir bilgi yok ama büyük bir olasılıkla 1339 ve 1344 yılları arasında dünyaya gelmiştir. Doğum tarihi gibi doğum yeri konusunda ’da herhangi bir bilgi yok. Iraklı Diyarbakırlı, Tebrizli Şirazlı veya Nusaybinli olduğu söylenir. Nesimi’nin yaşamının ilk yıllarına ilişkin bilgi yok Onun en birinci hocası şeyh şibli’ydi ve Nesimi onun dervişlerinden biriydi. Nesimi olgun çağlarında fazlullah Esterabadi tarafından eğitildi ve onun halifelerinden biri oldu. Fazlullah Esterabadi 1339-1394 yılları arasında yaşadı ve Hurifilik’in kurucusudur.  (Huriflik genel anlamda harfcilik harflerden anlamlar çıkarma demektir.)

Fazlullah genç yaşlarında ilimle ilgilenmeye başlar 18 yaşındayken tasavvufa yönelip hacca gider. Fazlullah haç dönüşünde birçok yerlere gidip yürüttüğü sohbetlerde büyük bir saygınlık kazanır. 1376 yâda 1386’da Isfahan’da (İRAN) kendi sistemini yaymaya başlar. Uzun süre bir 

Mağarada çileye çekilir. Bu ilk yedi kişiyle bu yeni inanç yayılmaya ve hızla gelişmeye başlar. Sonra Timurlenkin oğullarından Miranşah’ın emriyle tutuklanır ve alınacak kalesine hapsedilir. Burada öldürülür ve cesedi ayaklarına bağlanan iplerle çekilerek, çarşı Pazar dolaştırılır. Onun müritlerine karşı birçok katliamlar yapılır. Bu baskı yüzünde müritleri çeşitli yörelere göç ederler ve öğretilerini başka yerlere ’de yayarlar. Nesimi Fazlulla’hın idamından sonra İran’da, Azerbaycan’da, ırak, Suriye’de ve Anadolu’nun da birçok yörelerine gitmiştir. Nesimi kendisi bir Türk’tü ama hocası fazlullah İranlıydı. Nesimi kendisi Anadolu’yu gezdiğinde orda yaşayan Alevilerle yakın bir ilişki kurar ve onlarla bir fikir alış verişe girer. Orada yaşayan insanlara düşüncesini aktarır ve birçok müritler edinir. Alevi kesimi de Hallaç-i Mansur düşüncesi ve felsefesi daha mevcut olduğu için Nesimi olanlarla kolay bir şekilde bağlantı kurabildi ve oradaki insanlardan hem bir şeyler öğrendi hem de kendi ögrendiklerini onlara aktardı.  Böylece Huriflik düşüncesi Alevilikte de yayıldı. Nesimi öldürülmeden önce biri Farsça biri Türkçe olmak üzere iki divan bize bırakmıştır. Nesimi’nin şiirlerinde kimseyi ayaklanmaya çağıran bir hava yoktur ama şiirlerinde kendi düşüncesini ve felsefesini çok açık bir şekilde dile getirmiştir. Birçok şiirlerin ’de “ENEL HAK” sözcüğünü kullanmıştır. Bu sözcüğü en ilk kullanan ’da Hallac-i Mansur (856-922)’da tam 500 sene önce “ENEL HAK” sözcüğünün kısa bir açıklaması: bu kelime Arapçadan geliyor ve “ben tanrıyım” veya “ben hakikatim” anlamına geliyor.  “ENEL HAK”   demek kendini aşmak: Tanrı’yla Peygamber’le, İmam’la özdeş olma anlamına geliyor ve alevi-Bektaşi düşüncesinin özünü oluşturur. Bu kapsamda Tanrı’ya ulaştığına inanan ve bunu açıklamak içinde “ENEL HAK“ diyen Hallaç-i Mansur ve Nesimi Sünni ortadox tarafından suçlu bulunurdu ve öldürüldüler. Bir insan tanrının bir görüntüsüdür ve onun niteliklerine sahiptir ve onun için ben tanrıyım veya “ENEL HAK” diyebilir. Nesimi bu sözcüğü kullandığı için 1418’de mısır memluk hükümdarı şeyh el-müeyyed Seyfuddin tarafından verilen emirle Halep’te tutuklanır ve öldürülür. Mezarı halep kalesinin doğu kısmında tekke’i nesimide bulunmaktadır. Seyit Nesimi’yi idama mahkûm eden kadı Nesimi için yazdığı fermanda şöyle sesleniyordu:

 

            Bu böyle bir murdardır ki, kanının değdiği yer yıkamakla temizlenmez, orayı kesip atmak gerekir. Nesimi’nin fermanın infazı sırasında cellat bıçağı çalınca, Nesimi’den fışkıran kandan bir damla, kadının parmağına da sıçrar. Tabi ’ki kadı parmağını kesmeye kalkmaz. İşte o sırada Nesimi’nin şöyle dediği rivayet edilir: sen şeriat uğruna parmağını bile kesemezsin, hâlbuki görüyorsun ki biz inancımız yolunda kendi kanımızla yıkanıyoruz. Nesimi kendi inancı ve felsefesi için ölmüştür ve onun için Aleviler ’den taraf unutulmamıştır ve hala anılmaktadır. Birçok alevi ozanlarda Nesimi dile getirilmiştir. Bunlardan bir örnek: mansur gibi gelüp Enelhak diyüp Abdürrazzak gibi gök donlar giyüp Nesimi gibi derini yüzdürüp gerçek âşık olup durabilirsin. “KUL ADİL” nesimi kendisi hem Alevilikten etkilenmiştir hem de Aleviliği zenginleştirmiştir. Hurifilik düşüncesi ve felsefesi Nesimi kanalıyla Aleviliğe girmiştir ve onu etkilemiştir ve yeni sentez oluşturmuştur.

Bu sitede yayınlanan her türlü bilgi , belge vb. materyallerin her türlü yayın hakkı saklıdır. Suriye Türkmenleri kültür ve sanat sitesi  yönetiminden izin alınmadan kullanılamaz. Aksi takdirde 5846 sayılı fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında yasaktır

 Kuruluş 2015

bottom of page